minibüsten inmeyi beceremiyorum. vallahi bak. kaç yaşına geldim, hala mülakata çıkmış ortaokul öğrencisi gibi heyecan yapıyorum ineceğim yere yaklaştığımda. "müsait bir yerde inebilir miyim?" yerine "münasip bir yer" mi demedim, "sabit bir yer" mi demedim, kuş gibi ötmedim mi, daha neler neler.
en çok davudi bir sesle "sağda bırak!!" diyen abilere ablalara özeniyorum. onlar sağda dediğinde yolcular bile frene basıp direksiyonu kırıyorlar. o derece etkili.
çözüm olarak araba aldım kredi mredi, binmiyorum minibüse mecbur kalmadıkça. zaten ömrüm boyu istediğim yerde inebilmiş değilim.
dal gibi olup "çok şişmanım" triplerine girenlerin ağzına terlikle vurasım var sözlük.
edit 1: hayır kırk yaş bunalımında değilim.
edit 2: boyum 1.72. tüm sumo camiası kilon iyi diyor ama değil işte değil.
edit 3: tanrım lütfen yüz olsun düz olsun. sübhaneke dinimiz amin.
az önce o ses türkiye yılbaşı programını izledim. seviyorum o ses türkiye izlemeyi. belki dünyadaki acılardan uzaklaşmayı sağladığı için. bilmiyorum.
programı izlerken kıskandım. her birini. ayrı ayrı. murat boz shakira'ya vokalistlik yapmaktan bahsediyor, arda turan yengemiz diyor, acun ılıcalı emre belözoğlu ile takılıyor, anılarını paylaşıyor. cüneyt çakır o ses izlediğini anlatıyor. boz ile ılıcalı muhtemelen pes ya da fifa oyununda 4 attıkları eser'e mesaj yolluyorlar. arda acun ile kasksız motorsikletle gezmesinden bahsediyor, o oluyor, bu oluyor ve ben özeniyorum.
hepsi yaptıkları işte başarılı olan insanlar. bugün ulaştıkları noktaya gelirken muhtemelen çok çaba gösterdiler. çok çalıştılar. ama bunun yanı sıra, doğuştan sahip oldukları yetenekler vardı. şanslıydılar. hem yetenekli oldukları için. hem de doğru yüzyılda doğdukları için.
kendi hayatımı düşündüm. onlar gibi olamaz mıydım? zor. çünkü en başta onların ekonomik özgürlüğüne sahip değilim. adamlar, filmlerde özendiğimiz hayatı sürdürüyorlar gerçekte diye geçti içimden. hani filmlerde öyle olur ya. bu iş beni mutlu etmiyor dersin, sevdiğin işi yaparsın. aşk her şeyden önemlidir. tüm hayatını bir anda değiştirebilirsin. pek çok şeyi yapabilirsin.
onlar bu güce sahipler. dünya üzerinde istedikleri her noktada istedikleri gibi bir hayatı sürdürebilirler. ama ben, biz, o kadar şanslı değiliz.
sonra aklıma başka hayatlar geldi. markette çocuğuna istediği gofret'i alamayan bir baba geldi. gofret'i geçtim, eve ekmek götüremeyenler. ekmeği geçtim, ekmek götürecek bir evi olmayanlar. evi geçtim, yaşayacak bir ülkesi kalmayanlar.
ben çok yetenekli değilim. belki de hiç bir yeteneğim yok. yahut varsa bile keşfedemedim. bilmiyorum. ama dünyayı ve insanlığı çok anlamsız buluyorum.
bazen kendimi kötü hissediyorum. kredi kartı borcumu nasıl ödeyeceğim diye düşünmeden uyuduğum bir gece olmadığı için. kıskanıyorum başkalarını. ve sonra benim yerimde olmak isteyebilecek kaç tane insan olduğu aklıma geliyor. üzülüyorum.
dünya gerçekten anlamsız bir hal aldı. tiksindiği bir böceği bile öldürmek zorunda kaldığı için üzülen insanlar çok az. hemen herkes birilerinden nefret ediyor. ve ben eğlenmek için izlediğim bir programdan, nasıl böyle bir hüzne daldım hiç bilmiyorum.
kuantum mekaniği, uzay ve zaman muhabbetlerinden bir bok anlamıyorum. ikide bir çıkıp bir kağıt parçasını büküyorlar yahut yırtıyorlar. sonra bir şeyler anlatıyorlar ve ben öyle anlamış gibi bakıyorum. gerçi hiç oturup araştırmadım, hiç açıp okumadım ama belgeselinden bile anlamıyorsam anlamam diye düşünüyorum.
hayır kızdırdı beni, ben de "şapşal" dedim. o da tuttu "senin için yaptığım onca şeyden sonra mı?" dedi. ben de "özür dilerim" dedim. "önemli değil" dedi.
sonra kendi kendime güldüm on dakika. çevredeki insanların garip bakışları nedeniyle utandım akabinde.
oğlumla önce amiral battı, sonra risk oynadım. ikisini de ben kazandım. amiral battı'da ikili gemimi yerleştirmedim. risk'te ise gidişata göre zaten kazanacaktım ama daha çabuk bitsin diye asker takviyesi alırken fazladan asker aldım. babana bile güvenmeyeceksin sözünü doğruladım.
üzgün müyüm? biraz. öyle masum ki. yine de cs'de aldığı head shot'ların acısını çıkartmam gerekiyordu.
4-5 yıldır 9gag takip eden, arada da ufak tefek paylaşımlarda bulunan bir insanım. lakin bir paylaşımımın 100 oy aldığı bile görülmemiş bir şey bu süre zarfında. en sonunda hayali bir kurguyla çakma bir itiraf memesi hazırladım ve paylaştım. söz konusu meme 1 haftada 5,000 oyu geçti ve hot sayfasına düştü düşecek...
yalan söyledim ve başarılı oldum özetle. vicdanım biraz rahatsız, itiraf edip rahatlayayım dedim.
insanlığın var olmayı hak etmediğini düşünüyorum. istisnalar var elbet. ama genel olarak baktığımda, binlerce yıllık insanlık tarihini irdelediğimde, o istisnaların ne denli az olduğuna şahit olmak içimi burkuyor, midemi bulandırıyor. muhtemelen tıp benim bu hissiyatıma da bir sendrom ismi vermiştir. çünkü böyle hisseden ilk kişi ben değilim, son da olacağımı sanmıyorum.
bir kere hayata gereğinden fazla önem ve değer veriliyor. kim demişti ve tam olarak nasıldı hatırlamıyorum ama hayat zaten doğduğumuz gün yakalandığımız ölümcül bir hastalık sadece. finale erişmek kimisi için günlerden ibaret, kimisi için bir asır.
her insanın kendince doğruları var. her insan korkularından kaçmak için bir şeylere sığınıyor. paganların valhalla'ya sığınması gibi... odin'in salonunda uyanmayı bekliyorlardı. şimdi masal gibi geliyor kulağa. yahut çizgi roman.
bugün salondaki konsolla kavga ettim. hayır benim zerre kabahatim yok çünkü o başlattı. yanından hızla geçerken sapıyla cebimi tuttu eşşoğlu. şortun cebi yırtıldı. ben de kapısını kopardım o hırsla. sonra bir saat geri takmaya uğraştım. taktım da. eskisi gibi olmadı diye tavır yaptı konuşmuyor. senin kapı takılıyor, ya kopan sadece cep olmasaydı? hiç düşünmüyor bunu. konuşmazsan konuşma lan! konuşacak başka eşya mı yok?
nedenini anlatayım. fenerbahçe maçını izledim. ilk yarı. ama ne izlemek. beş saniye izliyorum, onbeş saniye donuyor. lan ne oldu acaba diye arada skor sitelerine bakıyorum. yine de azimle izledim. pencereyi kapatır kapatmaz içimden bir ses "the walking dead 7. sezonu indiriyorduk o ne oldu acaba?" diye sordu. hah işte, o sesin geldiği yeri boğuyorum şu an.
çocukken en büyük hayalim otobüs şoförü olmaktı. (onun yerine kaptanlık lisansı aldım gerçi ama hiç gemide çalışmadım.) şimdi fırsat buldukça youtube'da otobüs yolculuğu videoları izliyorum. misal şu favorilerimden... enteresan olan izleyince stres seviyem azalıyor.
klavyemin f harfi bir hayli zor basıyor. bunu anlamadan önce sövdüğüm adamlar tarafından madara edilmem gerekti. alemde adım "uck u" kalacak sanıyorum. hafif bozuk klavye ve alkol iyi bir birliktelik değilmiş.
güncelleme girdisi yazdıktan sonra 45 dakika geçmesine rağmen kimse başka bir şey yazmayınca "sözlüğü bozduk mu" diye kıllanıyorum. oysa o kadar da kontrol ediyorum satır satır... zorunuz nedir arkadaş? niye yazmıyorsunuz?
dün gece rüyamda sevdiğim bir arkadaşıma sarılmış yatarken gördüm kendimi. o da sarılmanın faydalarından bahsediyordu yattığı yerden. çok detay vermeyeceğim, enteresan bir rüyaydı. şükür, saat çaldı da uyandım.
ama az önce sarılmak başlığını ve dün yazılan girdiyi görünce, rüyayı oluşturan ana unsurlardan birisi de su yüzüne çıkmış oldu. demek ki beynim, girdileri derleyip rüya materyali olarak kullanıyor...
neyi itiraf edeceğimi hatırladım. kulzos'un dalgalı performansından geriliyorum ben. bazen bakıyorum 150 girdi yazılmış. şu an olduğu gibi. aha diyorum yine birisi tematik kastı. tek başına 100 tane yazdı. ondan gerginlik yaratıyorum kendi kendime. bazen bakıyorum 50 tane bile yazılmamış. aha diyorum yine herkes kayıplarda. ondan ayrıca bir gerginlik yaratıyorum. nadiren şu an olduğu gibi 150 girdi bir sürü kişiye dağılmış oluyor. o zaman da diyorum ki geçici bu, yine ötekiler gibi olacak. ve geriliyorum. niye gerildiğimi de bilmiyorum. sonuçta biz burayı dolsun taşsın takip edemeyeceğimiz kadar çok şey yazılsın diye açmadık. biz burayı, temiz ve basit kuralları olan bir ortamda, yarın kapanacak mı endişesi duymadan, her tür fikri yazma ve okuma ihtiyacını gidermek için açtık. yani gün gelir hiç yazılmaz, gün gelir binlerce yazılır, ne önemi var? değil mi? ama geriliyorum lan yine de. sonra moderasyon grubunda çemkiriyorum. kesmiyor, evdeki eşyalarla tartışıyorum. kale alıp cevap bile vermiyorlar ama olsun...
not: cevap vermeyen modlar değil. yanlış anlaşılmasın.
yaşlandım ben galiba. geçen kasiyerin biri amca dedi. tamam 20 yaşında ya varsın, ya yoksun da amca ney lan? dede deseydin bari... tuttum at kuyruğu saçından, yazar kasanın monitörüne vurdum kafasını, vurdum kafasını. baktım çok zarar vermiyor monitör, pos makinesiyle giriştim akabinde. üstüm başım kan revan içerisinde kaldı. tabi bunlar hep ally mcbeal.
o değil, daha fazla gücüme giden yirmili yaşlardaki insanların asansöre binerken bana yol vermeleri. otobüse binsem demek ki orada da yer verecekler. allah'tan binmiyorum. tamam şimdi yanılgının sebebini biliyorum. lisede beyazlamaya başlayan saçlar, üstüne alınan fazla kilolar. sabah namazına giden emekli dayılara benziyorum. lakin ben hala açmayın dedeler videosunu açan bir insanım kafamda asansöre binerken. sonra yol verenler de pişman oluyorlar aynı asansörde kıkırdamaya başlayınca. tipe baksan emekli albay, deli gibi kendi kendine gülüyor. ilk durakta bütün asansör boşalıyor ama, iyi oluyor.
bana acil bir saç boyası ve zayıflama formülü lazım. fitness'dan anlayan erkek kuaförleri eqlesin.
hayatım boyunca ilk kez zayıflamak için yediğimden içtiğimden kısıyorum. bugun de guzel gecsin'in gazıyla başladığım yolda, onun desteğiyle ilerliyorum. lakin şunu fark ettim, yemeyince hayat ne kadar anlamsızmış. hayır yani zaten çok da anlamlı değildi ama kuruyemiş yok, gofret yok, alkol yok, kola yok, ne var lan?! yok ki. ekmek, et, süt, yoğurt, sebze, ceviz... o da iki tane.
kendimi interaktif sözlük gibi hissediyorum. aha manyağa bağladı diye düşünmeyin. bağlamadım, mantıklı bir açıklaması var. manyağa bağladığım kısımda kendimi bir akıl hastanesinde duvara bakarken hayal ediyorum, gerçek hayat sandığım her şeyi ve herkesi ise kafamda canlandırdığımı düşünüyorum. o manyağa bağlamak. bu başka bir şey.
interaktif sözlük nedir? böyle hemen her konuda bir takım bilgiler barındıran bir kaynaktır. hiçbir konuda kelimenin tam anlamıyla uzmanlaşmamıştır. ama her konuda az da olsa bir şeyler biliyordur. doğru da olabilir bu bilgi, yanlış da. ama ucundan, kıyısından, her şey vardır içinde. işte ben de tam olarak öyle hissediyorum kendimi. hiçbir konuda hiçbir zaman uzman olmadım, ama her zaman hemen her konuda bildiğim bir şeyler oldu. bazen bu durum burukluk yaratıyor bende. niye böyle oldum ben diye...
çay içtim, karnım ağrıdı, soda içtim, gaz çıktı... petrol buldum sandılar sanırım çünkü kapıda amerikan askerleri var...
şaka şaka, böyle itiraf mı olur.
insanların nasıl yaparız da anlaşırız diye düşünmek yerine anlaşmazlıklar üzerine yoğunlaşmalarına anlam veremiyorum. çünkü anlaşamamak çok kolay. gözünün üstünde kaşı var bunun be dersin, bir anlaşmazlık yaratırsın. hani hiçbir zorluğu olmayan bir şey. en basit yaşam formu bile anlaşmazlık üretmeyi başarabilir. zor olan, ortak noktaları görebilmek.
tamam farkındayım, hayat böyle toz pembe bir şey değil. herkes iyi niyetli ve iyi kalpli de değil. herkes vicdan sahibi de değil. ama işte zaten zor olan en kötü niyetli, en kötü kalpli, en vicdansız insanın bile iyi bir tarafı olabileceğini görebilmek. uzun uzun istisnalar elbet kaideyi bozmaz...
naiflik, hoş. keşke herkes ucundan azıcık tatsa. tattırsa.
ha bu arada, itiraf ediyorum, yıllardır aşk olmadan meşk olmaz diyen adamım. meğer bunun bir adı varmış. demiseksuel mi ne, yeni öğrendim ben de. ama işte, adı olsun olmasın, prensip bu ya da değil, margot elise robbie gelirse yemişim aşkı, sevdayı... margot lan? asil duruş da bir yere kadar. margot diyorum? scarlett'de olur gerçi.... liv? emma? hmm.. nefes alsın yeter'e doğru gidiyor liste... oraya varmadan gönder'e basayım.